Bilmiyorum. Yaşım henüz kaçtı? Ama ben heyecanlanırdım. İlk ne zaman heyecanlandım bilmem.
Bu konuda hatırladığım ilk durum, hiç şüphesiz ilkokulda başıma geldi. Matematikten nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmemişimdir. Ama Matematiğim sürekli 4-5 gelirdi. Tahtaya kalkarken ilk hissettim bunu. Göğsüme minik bir kibrik çalınır, ardından tüm göğüs kafesim merhemi olmayan bir ağrının ağrılığı ile boğuşurdu. Sınıf listesi denilen muhteşem yüzyılda benden önceki arkadaşım (aynı anda ilk sıra arkadaşım) Faruk tahtaya kalkmıştı. Teneffüse 2dk kala Faruk işlemini yapamayıp sıramıza geldi, otağa oturdu. Sınıf öğretmenimiz de minik lacivert "not defterine" otağa kurulmuş Faruk'un bol umutsuzluk dolu notunu yazarken, teneffüse yalnızca 1 dakika kalmıştı.
Tüm sınıf sessizce olacağı biliyor; cam kenarındaki arkadaşlarım bana bakıp acır gözlerle bakıyor; bense onlara 1 inch kalınlığındaki hafif sarı tüylü koluma takılı, babamın Almanya'dan getirdiği Casio marka gümüş renkli saatimi göstererek gülüyordum. Ama içten içe göğsüm ağrıyor, şu anda üzerimde bayrağı dalgalanan tiklerim ilk istilalarına başlıyor, saç diplerim bir jiletle kazınır gibi oluyordu. Ellerimin içi silgi pisliklerinden siyah; yeşil renk kurşun faber castell'imin siyah kaplı başını dişlerimle yoluyorum.
Hoca tam zil çalarken adımı haykırdı. Abimin de öğretmenliğini yapmış olan bu hanım hocamı hala çok sever, anısını minnetle hatırlarım. Bense zilin çaldığını söyledim. Hoca önce bana bakıp sonra sınıfa baktı: "Siz çıkın çocuklar." Bana döndü: "Sen kal bakalım ... efendi."
Babamın Almanya'dan getirdiği minik Adidaslarımın siyah bağlarına bakarak sol üst köşesinde "Emko-Emaye" yazan yeşil tahtamıza doğru ilerliyorum; ağzım dua eder gibi: dudaklarımı yemeye de ilk ne zaman başladığımı şimdi hatırladım.