6 Ekim 2011 Perşembe

Her Güzel Şey Gibi Bitmeyecek Mi?







- Beni niye bu kadar üzüyorsun?
- ...
- Bak sırf senin için gedik hastaneye.. ağrım var dedin, hem tüm gece öksürdün.
- ...

- Ne yani, sırf buraya gelmeden önce oyuncakçıya girmedik diye mi surat asıyorsun? Ne yapalım yani?
- ...
- Beni çok üzüyorsun artık Efe Can?
- ...
- Oğlum bak bütün hastane bize bakıyor. Güzel oğluşum.


     Annenin ayak bilekleri inceydi: esmer ve damarlı. İnce bacakları yoktu, yani o moda taytlar kadar bir kottu bu; bacakları tam görülemiyordu. Korkuyordu kadın, kucağında çocuğu ile konuşuyordu. Çocuk saçlarıyla birlikte, minik bir akasya ağacıydı. Henüz 6-7 yaşlarında, hırçın bir esmerlik her yanından belli ediyordu kendini. Anne de oğlu da sobaya kömür taşıma işinde kullanılan peynir tenekesi ihalesine girmiş, ihaleden çıkar çıkmaz ele alınan sabun gibiydi: uzun uzun siyah.


     Bir annenin oğluna sevgili derecesinde bağlı olduğunu iyi bilenlerdenim. Ailenin ne kadar önemli bir ev olduğunu da iyi bilenlerdenim. İstanbul'u da iyi bilenlerdenim. Ben hep iyi bilenlerdenim aslında. İyi bir küçük oğul olduğum için, her daim anneme hasretle bakmışımdır. 5-6 yaşına kadar anneme aşıktım; hayır öyle hayal meya hatırlanan aşklardan değildi bu: ben ciddi ciddi babamın öleceğini ve annemle evleneceğimi düşünmüştüm. Okula başlayınca başka kızlar tanıdım, ve ilk ihanetimi anneme ettim.



     Durum şu an hayli değişik: insan zamanında bir mimiğinize istediğinizi imkanları dahilinde yapacak kadını ihmal ediyor. Onun yerine en azından ben ona benzeyen bir hanımı koyuyorum. Keşke hep o şarkı söylese, ben de evin içinde Güner Ümit taklidiyle halıda kayıp düşsem. Gelse yanıma. Yemeğin harcından arasına koyduğu ekmeği verip, elimden tutsa da kaldırsa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder