4 Nisan 2012 Çarşamba

Yenilmek, kaybetmek ve pathetique

İttihat ve Terakki subaylarının 1. Dünya Savaşı'ndan sonraki ruh hallerini anlayabiliyorum.




Çünkü o adamlar büyük zamanların büyük adamları olarak yetiştirildiler. "Bir savaş çıkacağı malum, ama kim kazanacak?" dediği vakit İttihatçıların önde gelenlerinden Kara Kemal Bey, aslında içten içe büyüyen bir kibirle "biz kazanacağız" diyordu; kaybettiler. Kara Kemal Bey yakın bir arkadaşının bahçesindeki tavuk kümesinde saklanırken öldürüldü.

Henüz büyük savaşın başlamasına çok varken kurulan bir cemiyettir İttihat ve Terakki. Birçoklarının mason diye adlandırdığı bir cemiyet. Şüphesiz ki masonlar kadar dolambaçlı ve kapalı bir sistemleri vardı. Belki de masondular. Ancak uğruna ant içtikleri Osmanlı ülkesinin ne hale geldiğini; imparatorluğun yalnızca Abdülhamit'e  kazan kaldırdıkları Selanik ve Makedon Dağlarından ibaret olmadığını Harbiye'den çıkar çıkmaz anladılar.

Bu farkına varış bana çoğu zaman büyük bir hayal kırıklığı, büyük bir eziliş, müthiş büyük bir labirentte kaybolma telaşını andırıyor. Ve işin düz mantık yanı son zamanlarda (Kemal Tahir'in de yardımı ile) kendimi çok fazla şekilde İttihatçı subaylarla benzer durumların içinde buluyorum.

Yenilmenin, kaybetmenin, bitmiş ve tükenmiş olmanın o mağrur yanını göremiyor insanlar. Kaybetmeye bir kulp bulmak mıdır bu? Çaydanlık mı ki kaybetmek kulp bulayım ona? Olanaksızlık, şanssızlık diyorum şu sıra başıma gelen felaketlere. Amma beceriksizlik demiyorum mesela.

İttihatçılardan bir kuru yüzbaşıdır Nazmi. Yarbay Ömer'le birlikte Makedon dağlarında Abdülhamit'e kafa tutmuştur ve dünyada kendini hiç bu kadar işlevsel hissettiği olmamıştır. Sakalları uzar, üşür, sıtma nöbetleri geçirir, kadınsızlık canına tak eder, temiz su bulmak zordur. Ama padişaha, Devlet-i Ali Osmaniye'ye kafa tutmuştur; Robespierre gibi, Danton gibi. Ve bir telgrafla padişahı indirirler tahtından.

Kuru Yüzbaşı Nazmi olur sana binbaşı; Yarbay Ömer olur Albay Ömer Üsküdar. İstanbul'a hükümete yardım etmeye gelirler. Önce Balkan'da, sonra Trablus'ta sonra da Dünya Savaşı'nda kaybolur giderler. Ne Trablus benzer Selanik Limanı'na, ne de Kanal Cephesi'nin gece ayazı benzer Makedonya'nın ovalarına.

İnsan, işte Kuru Yüzbaşı Nazmi gibi kaybettiğinde aklına ne getirir bilmiyordum; gerçekten kaybedene kadar. Sadece mağrurluk, kendini sorgulama geliyor; o kadar. Seni mutlu eden insanlarla olmak, susmak iyi geliyor.

Halbuki Kuru Yüzbaşı Nazmi Trablus'tan Kanal'a geçerken savaşı kazanacaklarını biliyordu. Yemek tabağı miğferli İngilizler mi? Adam sen de! Kafataslarında yemek pişirecekti! Komik bıyıklı Fransızlar mı? Erkekliği öğretecekti onlara Nazmi, kibar Fransız erkeklerine kadına dokunmayı! Ama Müttefikler İstanbul'u işgal etti Nazmi Anadolu'ya geçti ve yeni bir destan yazdı.

Bizim destan için daha ne kadar beklemek gerekecek?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder